DİRENİYORUZ!!!

İSTANBUL, 4. LEVENT TEK GIDA-İŞ GENEL MERKEZİ ÖNÜ
İŞÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ! , 4C YE KÖLE OLMAYACAĞIZ!

12 Kasım 2010 Cuma

TEKEL İŞÇİLERİNDEN AÇIKLAMA: MUSTAFA TÜRKEL, DEMAGOJİLERİNDE DAHA NE KADAR ISRAR EDECEK?

12.11.2010
MUSTAFA TÜRKEL, DEMAGOJİLERİNDE 
DAHA NE KADAR ISRAR EDECEK?
TEKRAR SÖYLÜYORUZ; DEMAGOJİ YAPMAYI BIRAKMALI, VERDİĞİ SÖZLERİ TUTMALI VE  MÜCADELE ETMELİDİR!
     “Son günlerde TEKEL işçileri adıyla Tekgıda-İş Sendikasına ve şahsıma yönelik başlatılan karalama ve yıpratma kampanyası çirkin ve asılsız iftiralarla devam etmektedir. Tekgıda-İş Sendikası’nın sendikal hareket içerisindeki etkin rolü ve duruşundan rahatsız olan bazı kesimlerce ortaya attırılan bu mesnetsiz iddialar amaçlarına ulaşmayacaktır. (Mustafa Türkel - 10 Kasım 2010 Çarşamba)
Sendikaya alınmayarak, polis aracılığıyla kapı dışarı edildiğimiz 4 Ekim’den bugüne kadar 40 gün geçti. 40 gün içerisinde, amacımızı ve taleplerimizi hiç değiştirmedik. Biz haklı taleplerimizi ortaya koyarken; Türkel, yaptığı açıklamalarda, verdiği demeçlerde hep aynı demagojik dili kullandı. Buna da ısrarla devam ediyor. Kendince “yavuz hırsızlık” yapıyor olabilir, ama açık ki mızrak çuvala sığmıyor.
Son olarak yaptığı açıklamada yukarıdaki sözleri sarf etmiş. Keyfimizden burada olmadığımızı bir çocuk bile buraya bakınca anlayabiliyor. Türkel; holding binası biçiminde olan genel merkez binasının veya lüks arabasının penceresinden baktığında, direnişimizi açıkladığı gibi anlıyor olabilir mi? Oralardan bakınca direnişimiz “karalama ve yıpratma kampanyası” gibi görülüyor olabilir mi? Elbette ki hayır! Saf değiştiren sendika, karşı cephenin, patron cephesinin diliyle konuşuyor. Asli görevi, işçinin haklarını korumak ve kazanmak olan sendika, işçinin karşısına geçince dili de patron dili oluyor.
Mustafa Türkel’in yukarıdaki sözlerinin doğrusu şöyledir: “Son günlerde Tek Gıda’nın karşısındaki parkta direnen TEKEL işçilerine yönelik başlattığım karalama ve yıpratma kampanyası çirkin ve asılsız iftiralarla devam etmektedir”
 Hala bilmeyenler veya bilmek istemeyenler için öncelikle belirtelim ki; yaptığımız direnişin amacı, özlük haklarımızla bir işe yerleştirilebilmektir. Yani 78 gün boyunca Ankara’da ne için direndiysek onun için direniyoruz. Aynı zamanda da bu mücadelemizde, daha düne kadar bizim önümüzde olduğunu sandığımız sendikamızın, karşımızda yer almaktan vazgeçmesini ve bize verdiği mücadele sözlerini tutarak haklarımızı aramasını sağlamak için direniyoruz. Özlük haklarımızı verecek olan sendika değil ama tıpkı patron gibi karşımızda duruyor. Ve bu nedenle, sendika genel başkanımız, tıpkı bir patron gibi direnişimizi karalıyor, küçük düşürmeye çalışıyor.
Diyor ki; “Aynı şahıslar 78 gün süren TEKEL eylemleri boyunca da örgüt disiplini dışında, eylemin kamuoyu nezdindeki meşruiyetine zarar verecek şiddet eğilimli hareketlerde bulunmuş, medyatik olma uğruna 78 gün süren ve binlerce Tekel işçisi tarafından ilmek ilmek örülen direnişten nemalanarak emek hırsızlığı yapmaya çalışmışlardır.” (Mustafa Türkel - 10 Kasım 2010 Çarşamba)
Geldiğimiz aşamada tekel işçisinin ne alacak maaşı, ne de sosyal güvencesi kalmıştır. Atamalar yapılmış ancak, gelecek güvencesi sorunu ayan beyan ortada durmaktadır. Bu durumu kendisi de; “9700 tekel işçisi 4C kapsamında geçici olarak kamuda istihdam edilecek. Ancak işçiler memur statüsünde değil ve özlük haklarını alamadı. Sözleşmeli oldukları için 11 aylık çalışmadan sonra sözleşmeler yenilenmeyebilir.  ( 4 Kasım 2010 – Radikal) diye ifade etmiştir. işte biz bu nedenden dolayı bir ayı aşkındır çadırlarımızda direniyoruz! Bu nedenden dolayı sendikamızdan mücadeleye devam etmesini istiyoruz! Bu isteğimiz hakaret olarak, karalama kampanyası olarak değerlendirilebilir mi?
Diyelim ki biz provokatörüz, biz kendini bilmezleriz, bizim derdimiz 4C vs değil sadece ve sadece Mustafa Türkel; o halde, kendisinin de ortaya koyduğu bu yakıcı sorun karşısında, işi mahkemeye havale etmek dışında bir programı var mı, açıklamalıdır. Güvencesiz, geleceksiz çalıştırılmak istenen on binlerce işçinin hakları için bir planı - programı var da gizli kasalar da mı saklıyor? Türkiye’de mahkemeler yoluyla kazanılan kaç tane hak sayabilir. Hak verilmez alınır gerçeğini bilmiyor mu? “Tekgıda-İş dün olduğu gibi bugün de üyesiyle omuz omuza mücadelesini sürdürmektedir.” (Mustafa Türkel - 10 Kasım 2010 Çarşamba) dediği mücadele Türkiye’de bilinmediğine göre, dünyanın neresinde sürdürülmektedir?
78 gün süren direnişteki binlerce tekel işçilerinin içindeki işçilerdeniz ve 78 gün boyunca Ankara’da, o çadırlarda, karda, soğukta, isin pasın içinde, yerlerde yatarak; gazları, tazyikli suları yiyerek; bedenimizi açlığa yatırarak direnişte olanlardanız. İlmek ilmek direnişi örenlerdeniz. Bir kez bile çadırda yatmayarak “medyatik olan”, televizyon televizyon gezen ve ödüller alanın ise kim olduğunu herkes biliyor. Bizim medyatik olmak gibi bir sorunumuz yok, bizim evimize ekmek götürebilme gibi bir sorunumuz var. İşimiz ve gelecek güvencemiz yok. Türkel’in gelecek kaygısı olmayabilir. Tok açın halinden anlamaz diye düşünebiliriz. Ancak bizim bakmakla yükümlü olduğumuz çocuklarımız var. Ve onların ve kendimizin geleceğini düşünmek zorundayız. Bir arkadaşımızın dediği gibi “eğer bizi eşkıya olarak değerlendiriyorsa biz ekmeğimizin eşkıyasıyız. Çünkü açız.”
Bizi tekel işçisi olmamakla suçlamak ve karalamak hakaret değil. Polis aracılığıyla, yıllarca alınterimizden kesilen aidatlarla kurulan sendikamıza sokulmamak hakaret değil. Size sözlerinizi hatırlatmak hakaret. Size, görevlerinizi hatırlatmak hakaret. Öyle mi?
Size sözlerini hatırlatmak hakaretse, “hakarete” devam edecek ve sözlerini hatırlatacağız! Aşağıdaki tırnak içindeki cümleler, her kelimesi sizin dilinizden cümle alemin duyduğu  ve kayıtları her yerde var olan sözlerdir:

4C için söyledikleriniz;
“ ...Sayın Başbakan (...) bizim payımıza düşeni de 4C olarak dayatmaya kalkıştı. Şunu açık yüreklilikle söylüyoruz ki; 4C hukuksuzluktur, 4C angaryadır, 4C köleliktir...” 
“... Eğer sorun ekonomik sorunsa, sorun parasal sorunsa, biz özlük haklarımızla birlikte işçi olarak, bizi 4C’li olarak nereye gönderecekseniz, o göndereceğiniz yerlere işçi olarak, işçi statüsünde, sendikalı, sosyal haklarımızla birlikte gitmeye varız dedik. (...) ama bir şeyi görüşmüyoruz, işçilik dışında 4C denen kölelik düzenini görüşmüyoruz dedik.”  
 “... Bizi 4C’li olmaya kölelik düzeninde çalışmaya zorluyorlar, bunu yapmaya güçleri yetmeyecek...”. “Bizi köleliğe, bizi  4C’li olmaya, bizi kölelik koşullarında çalışmaya mahkum etmeye güçleri yetmeyecek.”  
Dediniz!
Ancak önce çadırları söktürdünüz, ardından gelinen süreçte, 29 Temmuz’da, biz işçilerden 4C’ye imza atmasını istediniz (“... işçilere 4C’ye geçmelerini tavsiye ettik.” ( 4 Kasım 2010 – Radikal))
Peki neden? 4C özgürlük mü getiriyor artık? Hayır! Sadece siz bizi sattınız. Yarı yolda bıraktınız. Verdiğiniz sözleri tutmadınız. BUNLAR YALAN MI? NERESİ KARALAMA?
“9700 tekel işçisi 4C kapsamında geçici olarak kamuda istihdam edilecek. Ancak işçiler memur statüsünde değil ve özlük haklarını alamadı. Sözleşmeli oldukları için 11 aylık çalışmadan sonra sözleşmeler yenilenmeyebilir.  ( 4 Kasım 2010 – Radikal) diyorsunuz. Bunu bertaraf etmek için ortaya ne koyuyorsunuz? Kendinizi  tek sahibi olarak gördüğünüz 78 günlük direnişin kazanımlarını tavırsızlığınızla çarçur etmiyor musunuz?
78 günlük Ankara direnişimizi bitirirken  eylem takvimleri açıklayan Tek gıda iş yönetimi diyordu ki: 2 Mayıs’ta 2 bin kişiyle, 3 Haziran’da 3 bin kişiyle, 4 Temmuz’da 4 bin kişiyle Ankara’da olacağız. Taleplerimiz kabul edilmezse  Ağustos’ta dönmemek üzere Ankara’ya geleceğiz.”
 14 haziran 2010 günü illerden temsilciler olarak görüşmeye geldiğimizde, Genel Sekreter Mecit Amaç,  gidip tatilimizi yapmamızı,  Ağustos’un sonunda gelmemizi, en geç Eylül’ün ortasına kadar KESK’le birlikte dört  koldan Anakara’ya büyük bir yürüyüş yapılacağını” söylüyordu. .
Bu sözler ne oldu? Yerine getirildi de biz tatilde miydik? Türkiye’deki herkes uykusundaydı da görmedi, duymadı mı? Bu sözlerin peşine düşmek karalama kampanyası mı?
Siz de biliyorsunuz ki; sözünüzü tutmadınız!
İşte buradayız,  direniyoruz, sözünüzü tutun, diyoruz. Söylediklerimiz yeterince açık değil mi?
“...Biz örgütümüz adına, sendikamız adına verdiğimiz her sözün  attığımız her imzanın arkasında durduk bugüne kadar, çünkü biz toplumumuza yalan söylemedik...”
Sözleri de size ait. Eğer bir dil sürçmesi değilse, tekrar söylüyoruz: Sözünüzü tutun!

Ankara’da yaşadığımız saldırılar karşında söyledikleriniz:
 “...İlk defa bir siyasi partiyi ziyarete gittiğimizde AKP önünde tanklarla, panzerlerle, çevik kuvvetle karşılaştık. Ve tarihte eşi belki ender görülür, bir siyasi partiyi ziyarete giden insanların önüne polis barikatları konması...”
Peki ya sendikasını ziyarete gelen işçinin önüne polis barikatı konulduğu görülmüş müdür?
4 Ekim 2010 günü kendi adımıza gördük!

 

“...konfederasyonumuzun önüne geldik. Türk-İş Türkiye’deki işçilerin evidir, çatısıdır, tapulu malıdır. Bura hiç kimsenin değildir. Hiçbir yöneticinin değildir, hiçbirimize ait de değildir. Burası Türkiye’de örgütlü olan Türk-İş’e bağlı  olan veya olmayan işçilerin evidir, burası onların kıblesidir, burası onların artık dergahıdır. artık her başı sıkışan mutlaka buraya gelmelidir. Ve tekel işçisi de buraya geldi. Tekel işçisi buraya geldi ama...”
Tekel işçisi kendi evine geldi ama polis barikatları karşıladı. Mustafa Türkel cevap vermelidir, Polisin sendika bahçesinde ne işi var? Pratikten yola çıkarak; Türk-İş işçinin, Tek Gıda-İş sadece Mustafa Türkel’in evidir, dergahıdır diye mi anlayalım yaşadığımız manzarayı? Tekel işçisi olarak başımız sıkıştığı için direnişteyiz. Türk-İş’e mi gidelim? Türkel çıkıp bir açıklama yapsın.

“Tekgıda-İş Sendikası’nın sendikal hareket içerisindeki” etkisiz “rolü ve duruşundan rahatsız olan” bizler, artık bu tavırdan vazgeçmenizi, demagojilere, karalamalara son vermenizi ve sözlerini tutmanızı istiyoruz.
Yıllardır alınterimizle besleniyorsunuz.   Ne dediyseniz yaptık, ne karar aldıysanız uyduk. Buna aylarca karşısında ölümüne mücadele ettiğimiz 4C’ye imza atmak da dahil. Siz bizi yarı yolda bıraktınız. 
Bizim paralarımızla lüks içinde yaşıyorsunuz. Tekrar söylüyoruz: İhanetten vazgeçin, haklarımızı arayın. Bunu istemek bizim en doğal hakkımız. Hakkımız olanı isterken, aynı zamanda sizi onurlu yaşamaya davet ediyoruz. Bu tabloya bir son vermeye çağırıyoruz.
Ve son olarak size sizin sözlerinizi tekrarlıyoruz:
 “...bizim çağrılarımızı duymak istemeyenlere söyleyeceğimiz şey yine bizim eylemimiz olacaktır. Bu mücadele Türkiye’nin her yerinde, her sendikanın şubesinde, her Cumhuriyet meydanında, her iktidarın kapısı önünde, her ilçesinde ilinde  çoban ateşi gibi her yerde bu mücadele meşalelerle  yanmak zorundadır.”
DİRENMEKTEN VE MÜCADELE ETMEKTEN BAŞKA YOL YOKTUR!
DİRENE DİRENE KAZANACAĞIZ!

DİRENİŞTEKİ TEKEL İŞÇİLERİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder