DİRENİYORUZ!!!

İSTANBUL, 4. LEVENT TEK GIDA-İŞ GENEL MERKEZİ ÖNÜ
İŞÇİYİZ HAKLIYIZ KAZANACAĞIZ! , 4C YE KÖLE OLMAYACAĞIZ!

16 Kasım 2010 Salı

SÖZÜMÜZ YERDE KALMASIN


SÖZÜMÜZ YERDE KALMASIN!

Haftanın Çağrısı
Sözün “namus” olduğu zamanlardan
sözün “yalana”dönüştüğü
 zamanlara geldik.
Sözümüz yerde kalmasın diyecekler aranıyor



Tekel işçilerinin Ankara’daki 78 günlük
eyleminin ne kadar ilgi çektiği, ne kadar
konuşulduğunu hepimiz hatırlıyoruz sanırım. 
Ziyaretgâha dönüşen eylem yeri gibi,
direnişin kendisi de “tarih yazan, milat oluşturan”
bir eylem diye kabul edildi. Yazanlar, konuşanlar,
programlar sıraya girdi bu eylem karşısında,
selâma durdu en ilgisiz görünenler bile.
Önemliydi tabii; ama “tarih yazma” lafı büyüktü ve yalnız o güne değil,  arkasından geleceklere bağlıydı.

Arkasından gelenler ne gösteriyor, peki? İşten çıkarılanların biraz maddi kazanımları arttı, isteyenler 4C’ye bağlı olarak işe yerleştirildi. Ama 4C uygulaması ortadan kalkmış değil. Bu konuda açılan bir dava var; ama ne sonuç verecek, davadan sonra uygulama nasıl olacak, orası bilinmiyor.

Öte yandan 78 günlük eyleme son verilirken söylenen de, beklenen de bu eylemin çeşitlenerek, yayılarak sürdürülmesiydi. Tek-Gıda İş Sendikası Başkanı da öyle söylüyordu. Üstelik genel olarak emeğin, yani ücretli çalışan herkesin (özellikle işçi demiyorum) ve sendikaların birçok cephede geri püskürtüldüğü, tavize zorlandığı bir dönem yaşanıyordu. Tekel direnişi, yalnız işçilerin değil toplumun desteğini kazanınca da, işçiler arasında dayanışma, genel grev lafları duyulmaya başlandı. Beklenirdi ki, bu kadar destek kazanmış bir eylemden sonra emeğin birbirine eklenen eylem zincirleri ortaya çıksın, genel grev olmasa bile bir eylemlilik hali yaşansın.

Tekel direnişi ile ilgili yazımda şöyle demiştim: “Şimdi, bundan sonrası önemli. ‘Çadır kent’ kalktı, kalkmalıydı da. Başka eylemlere, başka direnişlere yer açılmalı.
İşsizliğe, yoksulluğa, işten atılmaya, sendikasızlaştırmaya, çalışan yoksul olmaya karşı eylemler ve direnişler gelmeli; hak arayışları devam etmeli.”

Peki ne oldu? Genel grev yapılamadı; işçiler evlerine döndüler; ortalık sessizliğe büründü. Bu arada, tek avuntu 1 Mayıs’ın Taksim’de kutlanmasına nihayet “izin” verilmesi oldu.

O zaman da “ ‘mışları’ bol olan bu toplumda, emeğin kendi ‘mışlarıyla’ avunmasında değil, uyanmasında fayda olduğunu konuşmak” gerektiğini yazmışım. Bugün de tüm bunların emek için olduğu kadar, sol için de ne demeye geldiğini bilerek aynı şeyleri söylüyorum.

İnsan düşünmeden edemiyor: Bunca kabulden sonra, bu ülkede genel olarak emek halinden memnun demekten başka ne söylenebilir! Peki o zaman bu endekslerin anlamı ne?

Peki, Yunanistan’ın insani gelişme açısından 22. sırada gelmesine ve bir parça taviz istendi mi yer yerinden oynamasına ne demeli?
Haftanın değil yılların garabeti!
Türkiye
Ekonomik gelişme açısından 16.sırada.
İnsani gelişme açısından 177 ülke arasında 83. sırada


Şimdi, bir grup işçi bu kez İstanbul’da Sendika önünde çadır kurdu, direniyor. Çıkış noktaları, tabii öncelikle kendileri; yani 4C’ye geçmemek. Ama dile getirdikleri taşeronlaştırma, güvencesiz çalışma koşulları, sefalet ücreti, sendikasızlaştırma gibi sorunlar ücretli çalışan  hemen herkesin sorunu. Esas olan da, yalnız 4C’nin değil, tüm bu sorunların mesele yapılması.

İşte toplu sözleşme görüşmelerinde anlaşmaya varamayan Birleşik-Metal işçileri, işte Kardemir’de zorlanan Metal İş üyeleri, işte, sendikalaşma bir yana, kadroya geçmeye bile hasret yazılı ve görsel basın çalışanları, işte Kipa’da toplu sözleşme yapabilmek için uğraşanlar, işte geçinmek için ek iş yapan öğretmenler, işte şurada, burada ücret alacağını bile alamayanlar, işte geçinme uğruna canlarını pazara çıkarmış maden işçileri, tersane işçileri! Tekel işçilerini dile getirdiği bu sorunlar onların sorunu değil mi? Peki, neredeler ve beklendiklerini görmüyorlar mı?

Ya Ankara direnişini “milat” ilan edenler! Medyası, siyasetçisi, aydını, yazanı, konuşanı, çizeni ile onlar neredeler?

Tabii sözüne sahip çıkanlar da var. Örneğin Bilgesu Erenus, Tekel işçilerini esas alarak bir “işçi-aydın buluşması” düzenledi. Bu buluşmaları hem kalıcı kılmak hem Tekel işçilerinin eylemini desteklemek üzere ilginç öneriler de getirdi. Bunlardan biri de, eyleme destek veren öğretim üyesi, gazeteci, yazar, sanatçıların birer günlüğüne 4C’ye hayır diyen eylem gömleğini giyip, öylece dolaşması. İlk gün bendeydi gömlek; ilginçti bu deneyim. Ama düşündürücü yanları daha çoktu.

O gün metroya bindim, İstiklal Cadde’sinde dolaştım; pasajlara girdim, çıktım; kitapçıları gezdim; dükkânlara girdim, alışveriş yaptım; çok girilip çıkılan bir yerde oturup yemek yedim. Evet, insanlar yolda beni gördüler, ilgiyle baktılar, ama yanımdan geçip gittiler.
Yalnızca metrodan inerken genç bir kadın, elimi tutup “kolay gelsin, tabii ki yanınızdayız” dedi. Teşekkür ettim.

Dolaştığım kitapçılar, alışveriş yaptığım dükkânlar, yemek yediğim yerlerde rastladığım insanlar da bana yönelttiler bir an bakışlarını, sonra kendi işlerine döndüler. Çalışanların davranışları ise, daha “hoştu.” Bir şeyler sordum cevap verdiler; yardım istedim, ettiler; para ödedim, aldılar. Hepsini yaptılar, ama “üstümdekini” görmezlikten geldiler. Herhalde beni rahatsız etmemek ve nezaketlerindendir diye düşündüm. Ya da işlerine öyle yoğunlaşmışlardı ki, etrafta olup bitene kapalıydılar.

Tabii İstiklal Caddesi böyle bir deneyim için doğru yer olmayabilir. Gezmeye, eğlenmeye çıkmış insanlar, niye tatlarını kaçırsınlar ki! Öte yandan, yürüyüşlerin, mitinglerin daha çok buralarda yapıldığı düşünülürse buraya gelenlerin küçüklü, büyüklü protestolara alıştığı da düşünülebilir. Merak edilecek ne var ki!

Bu konuda daha doğru bir yorum yapabilmek için, bu eylemi sürdürecek öteki arkadaşların nelerle karşılaşacağını bekleyip görmek gerek.

Bu ilgisizlikten sevinilecek bir şeyler de çıkarılabilir.  Demek ki, birinin bir protesto pankartı, ya da gömleği ile dolaşmasında pek şaşılacak bir şey yokmuş. Yani, pekâlâ protesto kültürümüzün epeyce geliştiği, toplum tarafından kabul gördüğü ve alışıldığı diye bir yorum yapabilirmişiz. Ancak, galiba “kendisi katılmadıkça” demeyi de unutmamak gerekiyor!

Tekel işçilerinin eylemlerinin bilinmesi, desteklenmesi konusunda ise fazla bir şey söylemek mümkün değil. Zaten önerilen bu eylemlerle istenilen de, eyleme destek vermek kadar, daha görünür, duyulur yapmak.

Beklenen de, yalnız bu önerilerin konuşulduğu toplantıya katılan bir avuç kişinin değil, geçen yıl Tekel işçilerine “destan” yazmaktan geri durmayan sendikacılardan işçilere, öğretim üyelerinden gazetecilere, siyasetçilerden sanatçılara kadar herkesin buna gönüllü katılımı.

Çağrı da yalnız solculara değil;  “mışlı toplum” olma halinden yakınıp da “sahici” toplum özlemi duyan herkese.

Haydi, “sözümüzü yerde komayalım.”   
 
MERYEM KORAY

              

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder